Bugün sizlere Uğultulu Tepeler kitabının tanıtımını yapacağız. Kitabın tanıtım yazısını bloğumuz için Samet Mete yaptı. Tanıtım yapan değerli dostumuzun dediği gibi kitabın baş taraflarında geniş bir olay ve dolayısı ile karakter sayısından dolayı karışık gelebilir ancak kitabın okunması gereken çok değerli kitaplardan biri olduğunu söyleyebilirim.
Şimdi değerli dostumuzun bloğumuz için yapmış olduğu tanıtım yazısına geçiyoruz.
2020
2020’nin son ve en farklı kitabını yorumlamanın vakti geldi.
Birazcık geciktim ancak bu, kitap hakkındaki düşüncelerimi ve duygularımı toparlayıp sindirmemde iyi oldu. Uğultulu Tepeler bilindik romantik aşk eserlerinden çok farklı; kin öfke ve nefret ile kurulan olay örgüsü, geniş roman kadrosu ve kötü bir karakterin intikam hikâyesi bizlere Uğultulu Tepeler’in yaşlı kâhyası Nelly tarafından aktarılır.
Eserdeki bu katmanlı anlatım, Nelly’nin Lackwood’a, Lackwood’un bize anlatması hoşuma giden noktalardandı. Kitabın ilk sayfaları birazcık karışık gelse de (bu katmanlı anlatımdan ve geniş olay kadrosundan dolayı diye düşünüyorum) kitap gittikçe anlaşılır olmaya ve sizi sürüklemeye başlıyor. Kitapta yaşanan aşk gerçekten benim için farklı bir deneyim oldu. İlginç bir tutkulu aşkın ve karakterlerin birbirlerine bencilce davranmasından kaynaklanan nefretin birleşimi size gerçekten garip duygular yaşatıyor.
Şu satırları yazarken bile hala duygu ve düşüncelerimi nasıl ifade edebileceğimi bilemiyorum. Dönemine bakıldığında içindeki duygu yoğunluğu ve karakterlerin davranışları yüzünden döneminde pornografik sayılabilecek bu kitap aradan yıllar geçmesine rağmen hala ilginç ve hala farklı. Kitabın kötü karakteri Heathcliff duygu ve düşünce tarzı bakımından dönemindeki kitap karakterlerinden çok ayrı.
Kitap
Kitap boyunca Heathcliff’e çoğunlukla kızdım ama ona hak vermediğim yerler olmadı da değil. Kendi yaşadıklarının bedelini ödetmesine hak veriyorum ama ikinci kuşağa yaptıkları beni gerçekten üzüp sinirlendirdi. Kitapta üzüldüğümü tek ama tek karakter ise Hereton oldu. Diğerleri ne yaşadıysa hepsini hak etti… Çoğu okuyucunun favori karakteri Heathcliff olmasına rağmen benim en sevdiğim -ve garip bir hayranlık duyduğum- kişi Catherine oldu. Bencilce davranışları olsa da beni de Heathcliff ve Linton gibi kendine aşık etmeyi başardı.
Catherine’e olan sevgimin kaynağını tam olarak açıklayamıyorum ama nedensizce onu seviyorum. Belki de dengesiz davranışları ve açık sözlülüğü yanında Heathcliff’e olan duygularını çok güzel bir şekilde ifade etmesinden dolayı olabilir. Yazıldığı dönemde edebiyat eleştirmenlerini ve Emily’i çok seven, yazdığı Jane Eyre romanından tanıdığımız Charlotte Bronté’yi dehşete düşüren bu kitap beni de dehşete düşürdü diyebilirim. Mina Urgan’ın deyimiyle ablası gibi bir romancının, kardeşinin başyapıtı karşısındaki anlayışsızlığı hazindir.
Hatta Charlotte Bronté o dönemde kitabın ikinci baskısında kardeşinin yerine özür niteliğinde bir önsöz yazmıştır kitaba. Eğer Emily biraz daha yaşasaydı kişiliğinin karanlık taraflarından sıyrılabileceğini, güzel bir ağaç gibi yetişip, daha olgun meyveler, daha güzel çiçekler verebileceğini ileri sürer.(Emily Bronté kitabını tamamladıktan bir sene sonra ölmüştür.) Ancak kitaba karşı duyulan tedirginlik ve şaşkınlık zamanla son bulur.
Bir başyapıt
Bir başyapıt olduğu kabul edilir. Şimdi yeniden kitap yorumuma dönebilirim. Kitapta Heathcliff’in Catherine’ye söylediği birkaç cümle bile bize onların ateşli ruhlarının nasıl bir ızdırap içinde olduğunu gösteriyor; “Of, tanrım! Ruhum mezardayken bedenim yaşamış ne yapayım?” “Bana yaptıklarını bağışlıyorum. Ben kendi katilimi seviyorum; ama seninkini, onu nasıl sevebilirim!” Sırf bu iki alıntı için bile kitap benden tam puan aldı.
Kitapla ilgili duygularım o kadar yoğun ki daha neler diyebilirim bilmiyorum kitap hakkında. Bazı kitaplar vardır, o kitabı anlatamazsınız veya o kitabı size ne kadar anlatırsa anlatsınlar okumadan hissedemezsiniz.
Uğultulu Tepeler de öyle bir kitap benim için. Okuyun ve öyle değerlendirin. Açıkçası Uğultulu Tepeler’in de herkesçe beğenilecek bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Gördüğüm olumsuz yorumlar “kitap eğer geçmişte yazılmasaydı veya yazar kitabı bitirdikten bir sene sonra ölmeseydi bu kadar önemli olur muydu?” şeklindeydi.
Şahsen benim bunlara olan cevabımı ve düşüncelerimi George Sampson Cambrigde History of English Literature’de çok güzel dile getirmiş: “The book is unique. There was nothing like it before, there has been nothing like it since, there will be nothing like it again.” (Bu kitabın eşi benzeri yoktur. Daha önce de olmadı, yazıldığı zamandan beri de olmadı, bundan sonra da hiç olmayacak.
Ve son söz!
Ve son söz olarak bu değerli tanıtım yazısını bloğumuz için yapılan dostumuza teşekkür ediyorum. Bundan sonra da farklı kalemlerden bloğumuzda tanıtım yazıları yayınlamaya devam edeceğiz.
Kitabın tanıtım yazısı Samet Mete tarafından yapılmıştır.