Türkiye aslında tek parti ile yönetildi diye bilinir ancak mecliste ilk günden beri var olan ve hiç eksik olmayan bir muhalefet vardı. Türkiye Cumhuriyeti devletinde meclisin muhalefetsiz kaldığı tek dönem aslında yaşadığımız bu dönemdir.
1950 yılında geçtiğimiz ve 7 yıllık geçmişi olan çok partili
demokrasi tarihimizin uzun yıllarına şahit oldum. 53 yaşındayım ve yaklaşık 40
yılına içinde yaşayarak şahit olduğum bu dönemi sizlere anlatmaya çalışacağım.
Cumhuriyetin ilk yıllarını tabi ki taraflı, tarafsız kaynakları tarayarak
objektif bir bakış açısı yakalamaya çalışarak vereceğim. Bu yazı serisinin
sonunda bize demokrasi diye yutturulan çok partili dönemin ülke kaynaklarını
nasıl tarumar ettiğini ve muhalefet partileri diye sıraya dizilen partilerin
aynı kaynaktan beslenen aynı babanın ikiz çocukları olduğunu göreceksiniz.
Ülkemizin hala gelişmekte olan ülkeler içinde yer alıp dışarıya bağımlı olarak
yaşamasında iktidarlar kadar muhalefet partilerinin de ciddi günahları vardır.
Yazının özellikle son bölümünde ülkemizde var olan muhalefet partilerinin
içyüzünü daha iyi göreceksiniz.
Türkiye’de siyasi partiler ve
onların kuruluşları her şeyde olduğu gibi cumhuriyetin ilk yıllarında heyecanla
kuruldu. 7 Eylül 1923 yılında kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası aynı heyecanın
ürünü idi. Çok kısa süre sonra denenecek parti kurma çalışmaları aslında çok
partili siyasi hayata geçmenin sancılarını taşıyordu.
Türkiye aslında tek parti ile yönetildi diye bilinir ancak mecliste ilk günden
beri var olan ve hiç eksik olmayan bir muhalefet vardı. Türkiye Cumhuriyeti
devletinde meclisin muhalefetsiz kaldığı tek dönem aslında yaşadığımız bu
dönemdir. Meclisin kuruluşundan bu güne son 10 yılı çıkardığınızda mecliste her
zaman muhalefet vardı. Eski meclis zabıtlarını incelediğinizde kurtuluş savaşı
dahil o günün yönetimine çok sert muhalefetler meclis kürsüsünden yapılmıştır.
Bu farklı muhalefet anlayışını aynı çatı altında tutan tek şey vatanın
müdafaası ve ülkenin düşmandan temizlenme çalışmaları idi. O yüzden ayrı bir
parti yoktu ama her zaman mecliste muhalefet vardı.
17 Kasım 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Kurucuları arasında Adnan (Adıvar), Ali Fuat (Cebesoy), Kazım (Karabekir), Rauf (Orbay) ve Refet (Bele) vardı. Böylece gerek meclis ortamında ve gerekse Cumhuriyet Halk Fırkası içindeki muhalefet su yüzüne çıkmış oluyordu. Time dergisine verdiği beyanatta Atatürk yeni kurulan parti için şöyle diyecekti. ”Millet hakimiyeti esasına dayanan ve bilhassa cumhuriyet idaresine sahip olan memleketlerde siyasi partilerin mevcudiyeti doğaldır. Türkiye Cumhuriyeti’nde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur.”
Yeni kurulan partiden kısa süre sonra Cumhuriyet Halk Fırkasından 28 kişi istifa ederek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına geçti. 1925 yılının ilk aylarında patlak veren Şeyh Sait ayaklanması ve ayaklanmaya katılan bazı kişilerin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile bağlantıları tespit edilince parti kapatıldı ve ilk deneme bu şekilde son buldu.
1930 yılında Atatürk çok
partili döneme yeniden geçmek için gerekli altyapıyı hazırladı ve Ali Fethi
Beyin başkanlığında Serbest partinin kurulmasına öncülük etti. Kardeşi Makbule
hanımın da içinde bulunduğu yeni partinin kurucusu olan Ali Fethi bey “Gazi
Paşaya karşı muhalefet edemem” diyerek 3.5 aylık ömrü olan partiyi topladıkları
genel kurul ile feshettiler.
Oysa halkın büyük teveccühü vardı partiye ve Atatürk “Ben Cumhuriyet Halkçı
Fırka saflarında olacağım. Ancak siz muhalefet devam edin” uyarılarına rağmen
Ali Fethi bey ve arkadaşları partiyi kapattılar. Serbest Fırkanın içinde
bulunan bir genç bu tarihten yaklaşık 20 yıl sonra başbakan olacaktı. O genç
Adnan Menderesti.
7 Ocak 1946 yılında Demokrat
parti kuruldu. II. Dünya savaşı şartlarında ülkeyi savaşa sokmadan idare etmeyi
düşünen ve yaptığı uygulamalar ile “Tek şef” olarak anılan İsmet İnönü iyice
yıpranmıştı. O günün şartlarında aşırı korumacı yapıdan olsa gerek ülke bir
memur devleti hüviyetine bürünmüştü. Türkiye Birleşmiş milletler andlaşmasına
imza attığı andan itibaren tek partili dönemin sonuna gelinmekteydi ve şartlar
artık çok partili dönemin kapılarını açmıştı.
İsmet İnönü o günleri anlatırken 1969 yılında yaptığı konuşmada şöyle demişti.
“ O günlerde çok partili bir yapıya geçmemiş olsaydık, ihtilal olabilirdi”
Kimileri kerhen de olsa tabirini kullansa da şartların ve ülkenin geldiği nokta
İsmet İnönü’nün de çok partili döneme geçmenin gerekliliğine inandığı
noktasındadır.
Çok partili döneme geçtikten sonra her şey güllük gülistanlık geçecek hayalleri kuranlar tabi ki yanılacaktı. En önemli eksiğimiz demokrasi geleneğimizin olmaması idi. Ülkenin sürekli artan bir şekilde ekonomik olarak yatırımlar yapması gerekiyordu. Bunun bir an bile duraklaması ülkenin kaosun göbeğine düşmesi demekti. Atatürk’ün savaştan çıkar çıkmaz ekonomik ve sanayi tesislerini acil olarak yapmaya ve devreye sokmaya çalışması bunun en büyük nedeni idi. Ülke savaştan kurtulmuştu. Savaş atmosferinde halka mazeret sunabilme şansınız varken savaş sonrasında yoksulluk içindeki halka anlatabileceğiniz bir mazeretiniz olamazdı.
14 Mayıs 1950 yılında yapılan seçimler ile 27 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı sonlanıyor ve 10 yıl sürecek Demokrat parti iktidarı başlıyordu. 23 Nisan 1920 yılında kurulan meclis ile başlayan demokrasi yolculuğumuz 1950 yılında çok partili demokratik bir hüviyete kavuşmuştu. Bu tarihten sonra olacak bütün gelişmeler ülkenin kaderini etkileyecek ve ülkeyi yönetmek için koltuğa oturan kişiler ülkenin kaderini yüzyıllar boyu etkileyecek icraatları sahneye koyacaklardı.
1961- 1980 yıllarında askeri
darbeler ve bazı dönemlerde askeri vesayet ile kesintiye uğrayan çok partili
siyasi tarihimiz hiçbir zaman ülkenin gündemini kısır çekişmelerden çıkarıp,
ülkemizi diğer ülkeler ile yarıştıracak büyük hamlelere sahne olmamıştır.
1950 yılında iktidar olan Demokrat Parti iktidarları dahil hiçbir iktidar
ülkemizin gündemini kısır çekişmelerden kurtaramamıştır. Vatandaşının refahı
için elini taşın altına koyan bireysel siyasetçiler olsa da, hiçbir iktidarın
önceliği halk olmamıştır. Ülkemizin çok partili siyasi geçmişi yolsuzluk,
hırsızlık, rüşvet ve suiistimaller tarihi olarak adlandırılabilir.
İkinci dünya savaşı ile beraber taş taş üstünde kalmamış Almanya ve Japonya 1970’li yıllara geldiğimizde dünyanın sayılı ekonomik güçleri arasına girerken, biz Türkiye olarak 1970’li yıllarda Almanya gibi Avrupa ülkelerine çalıştırmak için işçi gönderecek kadar yoksulluk içinde yaşıyorduk.
NOT: 2. Bölümde Demokrat parti ile başlayan çok partili iktidarların bizi bu günlere getiren icraatları anlatılacaktır.