Kitap Analizleri

Korku Ağı Korkunun Ustası Stephen King’in Kaleminden

Korku Ağı kitabı Stephen King’in bir eseri.
Bu yazar konusunda çok zayıfım ne yazık ki.
Ancak bu konuda Özgür Köktürk tam bir King hayranı..
Yine onun kaleminden Korku Ağı kitabını tanıtacağız.

KİTAP ADI: Korku Ağı

YAZARI: Stephen KING

ÇEVİRİ: Esat ÖREN

YAYINEVİ: Altın Kitaplar

BASIM YILI: 2017SAYFA SAYISI: 590

Korku Ağı kitabının tanıtımı

Korku Ağı kitabını Özgür Köktürk’ün kitabından tanıtmaya başlayalım.
Aslında Stephen King’in kendi deyimiyle, “korku romanları yazarı” etiketi üzerine yapışmış ve çıkaramıyor. King, ciddi anlamda her türden eserler yazan oldukça üretken bir yazar. Hemen hemen herkes, King imzası olan en azından bir film mutlaka izlemiştir. Ve inanın dram ve mizah yönü korku yazarlığı yönünden çok daha güçlü.

Ancak bu sözlerimi Korku Ağı için söyleyemeyeceğim. Korku Ağı, okurken yer yer ürperten tekinsiz havası ve yoğun karanlık duygusuyla Lovecraft’ın yarattığı korkunç atmosferi hissettiriyor iliklerimize kadar.

1970 yılına kadar gayet sakin ve düzenli bir yaşantıya sahip Jerusalem’s Lot kasabası, insanların ortadan kaybolmaya başlamasıyla esrarengiz bir hal alır. Kasabayı kendi iradesiyle terk edenler ise orada olan olaylarla ilgili tek kelime dahi etmezler.

Terk edilmiş dükkânlar, mağazalar, evler, bakımsız harap bahçeler ve ıssız sokaklardan müteşekkil bir kasaba… Geçmişindeki kötülükler ve korkunç olaylar nedeniyle lânetle anılan Marsten Köşkü’nün tekin olmayan iki kişi tarafından yeniden sahiplenilmesiyle birlikte kasabada esrarengiz olaylar başlar.

Kendi çapında bir üne sahip olan yazar Ben Mears, yeni bir roman yazmak için çocukluğunun geçtiği bu kasabaya döner. Ancak kasabada oldukça kötü diyebileceğimiz günler ve sarsıcı olaylar başgöstermektedir.

Masum bir köpeğin hunharca öldürülerek asılması ve bir kiliseyi harabeye çeviren bir kaç çocuğun, bir nevi Şeytan Ayini diyebileceğimiz şekilde kilisedeki normal olmayan davranışları ve her tarafı kan ve pislik içinde bırakmaları ve ardından küçük bir çocuğun kaybolmasıyla gelişen olaylar örgüsüyle sarmalandığımızı görürüz farkında olmadan. Hikâyenin belki de en can alıcı noktası; 12 yaşındaki oğlunu toprağa veren Tony Glick’in sinir krizleri geçirdiği bir anda yumuşak toprağın çökerek evladının tabutunun üzerine düşmesinin tasvir edildiği bölümdür. Okurken bile insanın içini acıtan satırlardı diyebilirim.

İlk yayınlanan kitap

Kitap daha önce “Hortlak” ismi ve Öz DOKUMAN çevirisiyle 1976 yılında ülkemizde yayımlanan ilk Stephen King kitabı olma özelliğini de taşıyor.

Kitabın son bölümlerinde ilave hikâyeler mevcut. Bunlardan biri de Hayaletin Garip Huyları kitabından tanıdığımız Jerusalem’s Lot isimli hikâye.

Ayrıca en sondaki Çıkarılmış Sahneler isimli ilave bölümde, yazarın hayalindeki kurguyu kitabın düzeltilmemiş bir baskısı gibi okuruyla paylaşması, okura verilen ve gösterilen artı değer olarak anlamlı olduğu gibi King’in kafasının içinde yüzen çeşitli paralel evrenlere bir kapı araladığı için de oldukça önemli.

Bram Stoker’ın Dracula romanındaki gotik atmosferden günümüze çağdaş bir uyarlama izleri de taşıyan ve King’in ilk eserlerinden biri olmasının yani sıra “korku romanları yazarı” ünvanını almasında da oldukça etkili bir payı bulunan Korku Ağı, türünün klasikleri arasında okunması gereken yapıtların başlıcalarından biri diyebilirim rahatlıkla.

Notlar

Emniyet kemerini bağlayıp direksiyona hikayenin geçmesine izin vermek…işte hikaye anlatımı budur. Hikaye anlatımı nefes almak kadar doğaldır; bunu planlara dayanarak yazmaksa, suni teneffüs yapmanın edebi versiyonudur.

Televizyonunuzu kapatın, daha iyisi okuma ışığınız dışındaki bütün lambaları da söndürün. Loş ışıkta vampirler hakkında konuşalım. Sanırım sizi onların varlığına inandirabilirim, çünkü bu kitap üstünde çalışırken ben inanmıştım.

Amerika’da insanların kaybolması en az beyzbol kadar yaygın bir hadise. Otomobil eksenli bir toplumda yaşıyoruz. İnsanlar iki üç yılda bir pılıyı pırtıyı toplayıp başka şehirlere taşınıyorlar. Bazen de yeni adreslerini duyurmayı unutuyorlar. Özellikle de batakçılar.

Her yer değişiyor. İnsanlar gibi.

Küçük kasabaların çok kuvvetli hafızaları olurdu ve insanlar duydukları dehşeti kuşaktan kuşağa aktarırlardı.

Hayatın ortasındayken ölümün içindeydik.

Mark Twain’e göre, bir roman, yazarının hayatında hiç yapmadığı şeylerin itirafı gibiymiş.

Bulutsuz ve serin bir günde telefon tellerinden tuhaf bir uğultu duyulur; sanki içinden geçen dedikodularla titreşir gibidir ve bu benzersiz bir sestir -uzaya uçan insan sesleri…

Dünyada çok kötü insanlar bulunuyor, tam anlamıyla kötü insanlar. Bazen bunlar hakkında bir şeyler duyarız, ama çoğu zaman onlar işlerini karanlıkta görürler.

Bence insanlar telepati, önsezi veya altıncı his gibi şeylere kolayca inanırlar, çünkü onlara bir maliyeti yoktur. Buna inanmak geceleri uykularını kaçırmaz. Ama insanların yaptıkları kötülüklerin onlardan sonra da yaşadığı fikri çok daha sarsıcıdır.

Karanlık

Karanlık, beni burada yakalama.

Eğer böyle devam edersem, bütün günlerimi uyuyarak geçireceğimi düşündüm. İnsan öldüğü zaman böyle yapar.

Tabii canavarlar vardı; altı ülkede parmakları termonükleer tetiklerin üstünde olan insanlar canavardı. Uçak korsanları, toplu katliam yapanlar, çocuk tacizcileri. Ama bu değil. İnsan neyin ne olduğunu bilmeli.

Bazen genç insanlar bilmeleri gereken her şeyi bilmiyorlar.

Bazı hikâyelerde sınırlama olmaz.

İnsanlar tıpkı sümük, dışkı, el tırnağı imal ettikleri gibi kötülüğü de imal edebiliyorlar. Ve bu hiç yok olmuyor.

Burada hayat yoktur, sadece güneşin yavaş yavaş ölüşü vardır; bu nedenle kasabanın üstüne kötülük çöktüğü zaman, bunun gelişi neredeyse mukadderat gibi görünür. Sanki kasaba kötülüğün gelmekte olduğunu ve hangi şekli alacağını biliyor gibidir.

Şeytan işiymiş, Tanrı’nın işiymiş, kasabanın umurunda değildir.

Kasaba karanlığı tanımıştı. Ve karanlık yeterliydi.

Paranoyak fantaziler ve kötülük hayal etme sendromu bir gecede oluşmaz. Bunun gelişmesi için belli bir zaman gerekir. Bunların özenle sulanması, bakım görmesi ve beslenmesi lâzımdır.

Bu ülke hayret verici bir paradoks gibi. Başka ülkelerde bir insan her gün tıka basa yemek yerse şişmanlar, uykucu ve…domuz gibi olur. Ama bu ülkede elinize ne kadar çok geçerse o kadar daha saldırgan oluyorsunuz.

Aspirinin LSD’nin kimyasal bileşimine çok benzer olduğunu biliyoruz, ama biri baş ağrısını tedavi ederken neden diğeri başın içini çiçeklerle dolduruyor? Bunu anlayamamamızın bir nedeni, beyni gerçekten tanımamamız.

Kitaplarla kafayı bozmuş yaşlı bir öğretmen, çocukluk kâbuslarını saplantı haline getirmiş bir yazar, korku filmleri ve dergileriyle vampir efsaneleri konusunda lisans yapmış bir oğlan çocuğu… Ve ben? Gerçekten inanıyor muyum buna? Paranoyak fanteziler bulaşıcı mı oluyor?

Çocukluğun en temel ve belirleyici özelliği hayalle gerçeği kolayca karıştırması değil, kendisini yabancılaştırabilmesidir. Akıllı bir çocuk bu özelliği bilir ve bunun sonuçlarına katlanır. Ödeyeceği bedeli hesap eden çocuk, artık çocuk değildir.

İyi öğretmenler

İyi öğretmenler tıpkı bir zevcenin bilgeliği gibi, paha biçilmez mücevherlerdir.

Çöplerimi çöplüğe kendim götürmeyi severim. Hem pratik oluyor hem de kendimi yoksul fakat mutlu bir proleter gibi hissetmemi sağlıyor.

Sana bir hikâye anlatayım. Bunun doğru olduğuna yemin etmem, ama doğruluğuna inandığıma yemin ederim.

Sıradan insanlar roman yazarlarının onlara yakıştırdığı kadar doğaüstü olaylara temkinli bakmazlar. Bu konu üstünde duran çoğu yazar aslında ruhların, iblislerin ve umacıların varlığına karşı sokaktaki adamdan daha kapalı görüşlüdür. Lovecraft ateistti. Edgar Allan Poe yarım yamalak deneyüstücüydü. Hawthorne ise sadece geleneksel anlamda dindardı.

Kamboçya’yı bombalayan uçaklar, İrlanda veya Ortadoğu’daki savaşlar, polis katliamları, yoksul kesimin ayaklanmaları… bunun gibi milyonlarca kötülük her gün dünyanın üstüne kara sinekler gibi üşüşüyor.

Ben sadece emirleri uyguluyordum. Beni halk seçti. Ama halkı kim seçti?

Bir kitabın farklı bir ilk basımı gibiydi, ama cildi hiç bu kadar buruşuk olmamıştı.

Sizin kilisenizin ayinlerini daha kimse tanımazken, benim ayinlerim çoktan beri vardı. Buna rağmen, sizi hafife almıyorum. İyiliğin olduğu kadar kötülüğün yollarında da bilgeyim.

Tatlı sulara gelene kadar acı suların içinden geçmek zorundayız. (Dracula – Bram Stoker)

Tuhaf olan şey şuydu: Jerusalem’s Lot’ta uyumamış olanlardan hiçbiri gerçeği bilmiyordu. Belki birkaçı kuşkulanmış olabilirdi, ama onların kuşkuları bile üç aylık bir cenininki kadar belirsiz ve şekillenmemişti.

Sona Doğru
Sona doğru notlara devam ediyoruz.

Gelen gürültüler ve ihtimaller ne kadar korkunç, bilinmeyen şeyler ne kadar dehşet verici olursa olsun, hepsinden daha kötü olan bir şey vardı: Bir canavarla yüz yüze gelmek.

Daha önce onu kimin durdurmayı denediği ve başaramadığı umurumda değil; isterse Hun imparatoru Attila olsun. Ben şansımı deneyeceğim.

Bana bak, yazar bozuntusu. Ben insan hayatlarını yazdım ve mürekkep olarak kan kullandım. Bana bak ve ümidini kes!

İçinde çirkin sahneler olmayan hiçlik güzeldir.

Bir New York’ludan daha ahmak biri varsa, o da New Jersey’lidir.

Ben yaşlı bir adamım ve bir zaman gelecek, rüya falan kalmayacak.

“Bazı insanlar ölmez,” dedi fısıltıyla. “Bazı insanlar alacakaranlık gölgelerinde yaşayarak O’na hizmet ederler.”

Bu evin gerçekten de kötü olduğunu düşünüyorum. Geçmişteki sakinlerine kederden başka bir şey sunmamış.

Her yazar her kitabında misafir karakter olarak kendini dahil eder.

Birbirimizin aklındaki gizli kalmış şeyleri bilseydik, hepimiz korku içinde yaşardık.

Sanatı yargılamanın tek yolu ahlaktır. Toplumca kabul edilmiş şeyleri işleyen sanat, popüler sanat olmaktan öteye gidemez.

İlgili içerikler
Kitap AnalizleriSanat

Allah'ı Arayan İmam Kitabının Analizini Özgür Köktürk yaptı.

Kitap Analizleri

Rahibe ; Denis Diderot'un Kaleminden Bir Başyapıt

Kitap Analizleri

Soykırım Bir İnsanlık Utancının Kaleme Alınmış Acı Hikayesi

Kitap Analizleri

Uğultulu Tepeler Emily Bronte'nin Kaleminden Harika Bir Kitap

Paylaşımlardan anında haberdar olmak istiyorsan abone ol!