Emin olun! Ben bu yazıyı yazarken saat 03.05 ve ben hala 1919 yılından bu tarafa dev gibi şahsiyetlerin kurduğu bu vatanın ne kadar “cüce” şahsiyetler tarafından yönetildiğini seyrediyorum.
Acı gerçeklerle yüzletim bugün. Hem de uykumu kaçıran
Neden bilmem dün gece uyuyamadım.
Ve yine neden bilmem aklıma Türkiye Cumhuriyetinin işgal altındaki yılları ve bugünler geldi.
Oturdum bilgisayar masasının koltuğuna ve ekrana boş boş bakarak dakikalarca düşündüm.
Sevr ve Mondros’tan başlayarak sanki içinde yaşıyormuş gibi bir film şeridi gibi ülkemin o günleri gözümün önünden akıp geçti.
Atatürk geldi aklıma ve Sağır İsmet.
Küçücük evladını ve eşini bırakıp vatan için geriye dönmeme ihtimalini düşünmeden ona yol arkadaşlığı yapan kocaman yürekli Sağır İsmet.
Fevzi Çakmak geldi aklıma.
İstanbul hükumetinden aldığı bütün makam ve mevkileri bırakarak kurtuluşa inenen Fevzi Çakmak.
Hatırlayabildiklerim teker teker gözlerimin önünden akıp geçtiler.
Ali Fuat bey, Kazım Karabekir, Kazım Fikri bey, Yakup Şevki bey, Nurettin Sakallı, Abdurrahman Nafiz bey, Fahrettin Altay ve Cevat Çobanlı. Hepsi değişik cephelerde kurtuluş savaşına komutanlık yaptılar.
Yarısı aç yarısı tok, çoğu yaralı ve engelli hale gelmiş, hastalıktan ve yokluktan kıvranan kadını ve çocuğu ile 13 milyon insan ile Atatürk’ün umudunu gerçekleştirmek için yola çıkanlar..
Bu yoksul ve bitkin bir halktan adsız kahramanlar, erkekleri utandıracak kadar kahramanlaşan kadınlar çıkaran bu muhteşem sinerjinin ortaya çıkardığı Türkiye Cumhuriyeti’nin 55 yılına şahit olduğum yaşamımda; yalan, dolan, hırsızlık, yolsuzluk, devletin malını sömürme ve saltanat kavgaları ile geçen demokrasi tarihi geçti gözümün önünden..
Canlarını dişine takarak yoktan var edilen bir ülkenin, SİYASETÇİ denilen asalak varlıklar tarafından şahsi ikballeri ve saltanatlarını yaşatabilmek için varlık içinde iken yokluğa mahkum edilmesini seyrettim. Kan dökülerek, can teri akıtılarak binbir rengi bozulmadan vatan yapılan bu güzel topraklarda kardeşi kardeşe; sağcı, solcu diye bölen, alevi sünni diye kırdıran, Türk Kürt diye ayırıp bir tarafı yandaş yaparken diğer tarafı ötekileştiren devletin kasasını şahsi giderleri için talan eden siyasetçiler tek tek geçti gözümün önünden. Yüreğim kanadı ve geleceğimiz adına, çocuklarımız adına endişe ettim. Siyasetçi denilen bu kişiler hiç endişe etmezler mi acaba? Milyonlarca insanın canı ile vatan yaptıkları bu toprakların evlatlarını yokluğa düşürmeye kimin hakkı var? Bir ülke başına bunun için mi gelinir, bunun için mi bir ülke sadece seçim yapılarak demokrasi varmış gibi göz boyanır.
Parti ayırmadan, şahıs ayırmadan hepsi gözümün önünden geçtiler. Her gün televizyonlarda birbirlerini hain diye suçlayan bu adamların bu vatana aslında ne kadar büyük ihanet ettiklerini gördüm. Kan ve can ile kendilerine teslim edilen bu vatanın her karış toprağını kendi şahsi ikballeri ve zenginlikleri için kullandıklarına 55 yıldır şahidim. Demokrasinin nimetlerini şahsi zenginliğe kavuşmak için kullanan, koskoca devleti Afrika devletlerinin bir üstünde, Medeni ülkelerin ise dibinde yaşamasından bir gram utanmayan, aldığı maaşı ve harcırahı bilen, bir de kürsüye çıkıp utanmadan birbirleri ile kavga ediyormuş havası verip dalaşarak siyaset yaptığını zannedenleri görünce yukarıda isimlerini saydığım muhteşem komutanlar ve isimsiz kahramanların bizlere emanet ettiği TÜRKİYE CUMHURİYETİ sahnesinde figüranların başrol oynadıkları oyunu utançla seyrettim.
Emin olun! Ben bu yazıyı yazarken saat 03.05 ve ben hala 1919 yılından bu tarafa dev gibi şahsiyetlerin kurduğu bu vatanın ne kadar “cüce” şahsiyetler tarafından yönetildiğini seyrediyorum. Bir film gibi seyrettim ve bu film o kadar gerçekçi bir film idi ki, iç sesim uyardı beni. Sokaklarında fakir vatandaşların pazardan çöpe atılacak sebze ve meyve topladığı günlerde atanmış bakanların ve ailelerinin ömrünün sonuna kadar geçimlerini ve sağlık harcamalarını devletin sırtına yüklediklerini gördüm. Bu filmde asgari ücretlinin on katından fazla maaş alıp, asgari ücretlinin sırtından geçinip sadece nutuk çeken siyasetçileri seyrettim.
Anladım ki; seyrettiğim bu filmi ancak vicdan sahibi olanlar görebiliyordu. Vicdanının ayağa kaldıramadığı bir insan evladını Kurtuluş savaşında patlayan milyonlarca top mermisinin sesi bile uyaramazdı. Uyuramıyor da zaten.
Canlarını ortaya koyarak yok olmak üzere olan bir millete umut olan Atatürk’ü bu insanların anlamamakta ısrar etmesi bundan galiba? Varlık nedenleri sadece şahsi ikballeri olan insanların, bir milletin kaderinde söz sahibi olması ve o kaderi huzur, refah ve mutluluk üzerine tasarlaması bu yüzden mümkün görünmüyor. İşte bu yüzden şahsi geleceklerini unutup milletin geleceğine ömrünü vakfeden insanları anlamak herkese nasip olmuyor.
Gecenin bir yarısında kalkıp, bir şerit gibi gözümün önünden akan koskoca bir milletin yolculuğu bu şekilde devam etmemeliydi. Kendine yeten değil, dünyaya bile yetecek üretim yapan lider bir ülke olmalıydı. İnanıyorum ki, bunu başaracak damarlarındaki asil kanın farkında olan nesiller o koltuklara oturacak ve ülkenin geleceğini şahsi ikballerine tercih edecek karaktere sahip olacaklardır.