İslam Hz. Muhammed ölür ölmez saltanata dönüşmeye başlamış ancak Muaviye zamanında bu gözle görülür hale gelmiştir.
Kerbela aslında sonuç olarak bir saltanat mücadelesidir, Hz. Muhammed’in mirası ile alakası yoktur.
Ülkemiz inançlar bakımından çok renkli bir yapıya sahiptir.
Aslında bu renklilikten çok kaliteli piksellerden oluşan harika bir resim oluşturmak da mümkün, bu çok renklilikten bir karmaşa oluşturmak da mümkün.
Ülkemizde her şey karmaşanın içinde doğruyu aramakla geçmektedir. Bundan Alevi inancının nasiplenmemesi mümkün değildir.
Bugün alevilerin genel anlamda Araplaştıklarını söylemek isterim. En azından çok büyük bir kısmının.
Pir Sultan Abdal’ın deyişlerinde aktarmaya çalıştığı alevi inancı ile bugünkü alevi inancının arasında dağlar kadar fark vardır.
Alevilikle ilgili Leyla Akgül’ün yazdığı “Pir Sultan Abdal Sözlüğü” isimli kitap büyük bir referans olacaktır. Ciddi bir araştırmanın ürünüdür ancak konumuz bu değil.
Şunu açık yüreklilikle ifade edelim ki; Talkan ve Cürcan katliamlarını yaşamış Türkler kılıç zoru ile müslüman olduklarında arapların yaşadıkları dini kabullenmekte zorlandılar. Yüzyıllardır yaşadıkları hayatın içine bu inancı almakta zorlandılar. Bu inancı kendilerine göre yorumlamaya ve bir şekilde eski inançlarından motifler ekleyerek yüzyıllar içinde kabullenmeye çalıştılar.
Bugün bütün zorlamalara rağmen dünya üzerinde yaşayan müslüman Türklerin yaşadığı islam arapların yaşadığı islama benzemez.
Alevi inancının bundan etkilenmemesi mümkün değildi tabi ki.
Bugün inanç bakımından yaşanan Alevilik daha çok Caferilik mezhebinin motiflerini taşımaktadır.
Bazıları Bektaşi geleneği üzerinden yaşamlarına devam ederler ve bazıları ise din ile aralarına kapanmaz bir mesafe koymuşlardır.
Asıl konumuz bu da değildir ve aslında sosyologlar tarafından araştırılması gereken çok önemli bir konudur.
Bugün anlatmak istediğim şey Hz. Hüseyin ve Kerbela olayıdır.
Hz. Muhammed’in getirdiği dini sokaktan saraya taşıyan Muaviye aslında sahabeler arasında devam eden saltanat kavgasının gün yüzüne çıkmış halidir. Daha peygamber ölür ölmez Hz Ali ile Hz. Ayşe arasında yapılan savaşlar, Peygamberin naaşı daha yatağında dururken Hz. Ebu Bekir’in halifelik için biat alması, Hz. Osman’ın kendi akrabalarını devlet kademelerine yerleştirmeye başlaması aslında var olan bölünmenin Muaviye ile son noktasına ulaşmasıdır.
Şunu yine net olarak ifade edelim.
Kerbela’da şehit edilen Hüseyin ve ehli beyt normal bir seyahat etmek için yola çıktıkları için şehit edilmediler. Hz. Hüseyin Muaviye’nin oğlu Yezid halifeliğini ilan ettiği için ondan hilafeti almak için yanında küçükte olsa bir birlik ile yola çıkmıştı. Yani Yezid halifeliği teslim etmeyeceğine göre savaş ihtimali en başından beri vardı. Zaten buraya gelene kadar Ali ile Ayşe arasında Cemel savaşı, Ali ile Muaviye arasındaki Sıffın savaşı müslümanlar arasında ciddi ayrılıklar ve hatta düşmanlıklar oluşturmuştu.
Hz. Hüseyin’in yola çıkarken savaşmadan hilafeti alacağını düşünmesi imkansızdı. Yanında kardeşleri, kuzenleri ve ailesinden 72 kişi günlerce çeşitli çatışmaların ardından çember gitgide daraltılarak ve en sonunda su yolları kesilerek miladi 10 Ekim 680 yılında mezhep çatışmalarını, mezhep ayrılıklarını ve onarılması imkansız yaraları açan Kerbela’da şehit edildiler.
Yine lafı eğip bükmeden söyleyelim.
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin kendi başlarına islam tarihinde önemli yerleri olan insanlar değildir. Her ikisinin tek özelliği Hz. Muhammed’in torunu olmaktan ileri gitmez. Bunu onları küçümsemek için söylemiyorum. İslam tarihine baktığınızda Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in iz bıraktığı bir olay göremezsiniz.
Yezit’in ordusu ile savaş meydanında karşılaşmadan önce yaptığı konuşma söylediklerimizi teyit etmektedir.
“Ey insanlar! Soyumu söyleyin, ben kimim? Sonra kendinize gelin, nefsinizi kınayın. Bakın, beni öldürmeniz, hürmetimi gözetmemeniz size caiz midir? Ben, Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Ben, Peygamberinizin vasisi ve amcası oğlunun oğlu değil miyim? Ben, herkesten önce Allah’a iman eden ve Peygamber’in risaletini tasdik eden kimsenin oğlu değil miyim? Seyyid-uş Şüheda olan Hamza, babamın amcası değil midir? Cafer-i Tayyar amcam değil midir? Peygamber’in benim ve kardeşim hakkındaki: “Bu ikisi cennet gençlerinin efendileridir” sözünü duymamış mısınız?
Hz. Muhammed’in getirdiği dinin daha yarım asır geçmeden en yakın sahabeleri tarafından ayrılıkların ve bölünmelerin içine sürüklenmesi müslümanlar adına çok büyük bir utançtır. Müslümanları bir arada tutmak için değil, müslümanların başına geçmek için birbirleri ile savaşmaktan geri durmayan bu insanların islam adına dünya üzerinde yaşanan bütün ayrılıkların ve savaşların sorumluluğunu taşımaktadırlar. Bundan kaçmaları mümkün değildir.
Müslümanlar kendi başlarına geçirdikleri halifelerin Ebu Bekir hariç tamamı yine Müslümanlar tarafından öldürülmüştür. Peygamberin torunları ve ehl-i beyti yine müslümanlar tarafından katledilmiş. Hz. Muhammed tarafından kurulmaya çalışılan “Bütün Müslümanlar kardeştir” ahlaki düsturu yine müslümanlar tarafından yarım asır geçmeden yok edilmiştir.
Kerbela olayı kendi başına bir ayrılık değildir. Var olan ayrılıkların geri dönülmeyecek kadar derinleşmesidir. Bu derinleşme islam aleminde bitmek tükenmek bilmeyen mezhep çatışmalarına, ayrılıklara, sonu gelmez bölünmelere sebep olmuştur. Ehl-i Beyt ve Kerbela konusunda ne sünni inanış ne de Alevi inanış objektif olabilmiştir.
Kerbela olayı olmasaydı –ki bunu gönülden isterdim- Hz. Hüseyin islam tarihinde peygamberin torunu olmaktan başka bir anlam ifade etmeyecekti.
İnanışlar ne zaman saltanata dönüşmüş orada kan, gözyaşı ve savaşlar meydana çıkmıştır. İslam Hz. Muhammed ölür ölmez saltanata dönüşmeye başlamış ancak Muaviye zamanında bu gözle görülür hale gelmiştir.
Kerbela aslında sonuç olarak bir saltanat mücadelesidir, Hz. Muhammed’in mirası ile alakası yoktur.