Biz aynı bedende hep beraber hareket eden organlar gibi olmayı unuttuğumuz günden beri, zengin dünyalarımızda fakir hayatlar sürmeye başladık. Belki de fakir dünyalarımızda yeniden zengin hayatlar yaşamayı öğrenelim diye.
Eskiden doğa ile iç içe yaşar ve doğadan beslenirdik.
Sofralarımızdan tereyağı, yoğurt, yumurta, kaymak, pekmez, bal, tarhana çorbası eksik olmazdı.
Hayvanlarımızı zevkine kesmezdik.
Bir tavuk bile hastalanmadan canına kıyılmazdı.
Hiçbir şey israf edilmezdi.
Altı eskiyen çoraplar, üstü sağlam çoraplar kesilerek yama yapılır ve giyilirdi.
İnsanlar yoksuldu ama aç değildi.
Sokaklarında kimse aç kalmazdı.
Tanrı misafiri diye bir kavram vardı.
Bir tek Allah’ın kulunun sokakta yattığına şahit olmamışımdır çocukluğumda.
Oysa elektriğimiz yoktu, klimamız, doğalgazımız yoktu. Gaz lambaları ile karanlığımız aydınlanır ve kuru odunların tutuşturduğu sobalarda ısınırdık.
Tiyatroyu bilmezdik ama lambalı radyolarda ajansları dinler, arkası yarınları takip ederdik.
Çocukluğumda 6.000 nüfuslu ilçede sinema vardı. Akşamları ağzına kadar dolardı. çekirdekçisi, mısırcısı, gazozcusu ekmek parası kazanırdı. Yılda bir de olsa turne olur ve tiyatrocular gelirdi. Bambaşka bir heyecanla giderdik izlemeye. Şimdi tiyatrodan vazgeçtim sinemamız bile kalmadı o güzel Anadolu kasabalarımızda. 3 kuruşluk makarnaya tav olanlar 3 kuruşluk tiyatro biletine para verip gitmez oldular.
Apartmanlarda labirentlerin içinde kaybolmuş kişiliksiz, fotokopi makinasından çıkmış gibi aynı hayatlar kurguladık medeniyet dediğimiz yaşam şekliyle. Komşumuzu bilmez, bayramı tanımaz, akşamları çat kapı misafirliğe gidemez olduk. Evlerimize binlerce lira verip oturma takımları, yemek takımları ve yatak odası takımları aldık ama onları paylaşacağımız dostlarımızı kredi kartı taksitleri gibi parça parça harcadık.
Belki böyle olmalıydı.
İnsanlığımızı kaybettiğimizi belki böyle anlayabilecektik.
Sokak ortasında, bankta soğuk bir gecede uyumaya çalışan sokak çocuğunu belki dibe vurarak görebilecektik. Sıcak sobalarımızın arkasında devamlı mekan tutmuş tekir kedilerimizi unuttuğumuz günden beri belki insanlıkta dibe vurarak sokaktaki kediye, köpeğe, kuşa kurda can olmayı öğrenecektik.
Bir fırtına savurdu bizi.
Çok bencil diyarlara gitti aklımız ve benliğimiz.
Biz aynı bedende hep beraber hareket eden organlar gibi olmayı unuttuğumuz günden beri, zengin dünyalarımızda fakir hayatlar sürmeye başladık. Belki de fakir dünyalarımızda yeniden zengin hayatlar yaşamayı öğrenelim diye.
KİM BİLİR?