Site icon Mehmet Tekeci

Zorba Romanı; Kendisi İle Sessiz Bir Hesaplaşmaya Giren Kişi

Zorba romanını elime aldığımda itiraf etmeliyim ki, ilk defa bir Yunan yazarın kitabını okuyacaktım. Kitabı okudukça çok sevdim. Kendisi ile hesaplaşmayı seven insanları hep sevmişimdir. İnsan geçmiş yaşamına dönüp baktığında, aynanın karşısına geçip kendi ile hesaplaştığında o zamana kadar yaşadığı hayatın bilançosunu çıkardığında kendisi ile yüzleşir aslında…
Nikos Kazancakis Yazmış olduğu “Zorba romanında tam da bunu yapıyor.

Zorba kitabı ne yapıp edilmeli ve muhakkak elde edilip okunmalıdır. Konusu itibari ile beni etkileyen ve çok severek okuduğum bir kitap diyebilirim açık yüreklilikle…
’’Hiçbir şey beklemiyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.’’
Kitabın konusu ve içeriğine girmeden önce bu harika kitabın yazarını tanıyalım.

Nikos Kazancakis kimdir?

Nikos Kazancakis, 18 Şubat 1883 yılında Kandiye’de dünyaya geldi. O zamanlar Kandiye Osmanlı devleti sınırları içindeydi. 1964 yılında gösterime girmiş olan Michael Cacoyannis’in yönetmiş olduğu kendi eserinden sinemaya uyarlanan Zorba adlı sinema filmi ile bugünkü şöhretine kavuşmuştur

Eğitimi hakkında çok bilgi olmamasına rağmen 1902 yılında Atina Üniversitesinde hukuk okumaya başladığı bilinmektedir. Yüksek tahsilini bitirdikten sonra 1907 yılında felsefe üstüne çalışmak için Paris’e gitmiştir.

1922 yılından ölüm tarihi olan 1957 yılına kadar birçok ülkeyi dolaşmış ve bunları gezi formatında eserlerle yayınlamıştır. Berlin’e gitmiş ve orada yaşadığı dönemde komünizm ile tanışmıştır. Çok sağlam bir Lenin hayranı olduğu bilinmektedir. 1945 yılında Yunanistan’da bir partinin başkanlığını yapmış ve Yuna nhükümetinde bir yıl kadar bakanlık yapmış ve bu görevden istifa etmiştir.

1946 yılında Nobel Edebiyat ödülü için kurula tavsiye edilmiş, 1957 yılında bu ödülü, bir oy fark ile Albert Camus’a kaptırmıştır.

Albert Camus ödülü aldıktan sonra ödülü Nikos Kazancakis’in kendisinden daha fazla hak ettiğini söylemiştir. 1956 yılında Viyana’da Uluslararası Barış ödülünü almıştır.

1957 yılının sonlarına doğru, lösemi hastalığına yakalandı ve  26 Ekim 1957 tarihinde Almanya’da vefat etti.

Zorba romanının konusu ve anlatımı

Zorba romanı ikinci, dünya savaşının yaşandığı o zor günlerde yazılmıştır. Anlatımı ve edebi kalitesi onu Nobel Edebiyat Ödülü alabilecek bir çıtaya çıkarmış ancak bir oy fark ile kaybetmiştir.

Kitabın baş kahramanı “Dante” hayranı bir yazardır. Zorba Makedonyalıdır ve Girit’e giderek orada linyit yatağı işletmek isteyen bilgili, entelektüel bir adamın yollarının kesişmesini anlatır. Hayattan nerede ise hiçbir beklentisi olmayan bu mutsuz entelektüel bir süreliğine Girit’e gelmeye karar verir. İşte tam burada cahil, kaba saba ama hayata tutku ile bağlı olan Zorba ile tanışır. Daha sonra onu işletmeye ustabaşı olarak işe alır.

Zamanla bu kaba saba adamın yaşam felsefesi ve anlattıkları yazarı (patron) çok ciddi etkilemiş ve hayatı değişmeye başlamıştır.Onun yaşam felsefesinin en önemli ayağı yenilgileri hiç umursamamasıdır.

Çapkın, hayat dolu ve hiçbir şeyi umursamayan bir karakter. Zorba o kadar hayatın akışına kendisini adapte etmiş ki ne iyilik için seviniyor ne de kötülük için üzülüyor. İyi ya da kötü yaptığı her şeyin farkında olan ve bunu hiç umursamayan ve insan sevgisi ile dolu yüreğini yanına alıp yaşayan bir kişi.

Kitabın içindeki anlatımdan anladığımız kadarıyla yazar kimliği aslında kitabı yazan yazarın kendisidir. Homeros, Buda, Nietzsche, Bergson gibi şahsiyetlerden etkilenen roman kahramanımızın hayran olduğu kişilerin arasına Zorba’da girmiştir. Kahramanımız aynı zamanda çok kitap okuduğu için Zorba tarafından “Kağıt Faresi” olarak tanımlanmaktadır.

Kitaptan bazı bölümler

“İnsan canavardır! diye bağırdı ve sopasını şiddetle yere vurdu. Büyük canavar! Zatın bunu bilmiyor. Bütün işlerin yolunda gitmiş, ama bir de bana sor. Canavar, diyorum sana! Ona kötülük mü ettin? Senden çekinir ve titrer. İyilik mi ettin? Gözlerini oyar.”

Ardından şu muhteşem anlatım ve metafor karşılar sizi okuduğunuz kitabın sayfalarında…

“Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be… Hepimiz kurtların yiyeceği etiz…” ‘
‘Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. Sonuna kadar git be insan!…”

Ve yalnız yaşayan Hüseyin Ağa’nın ermişçesine tavsiyesi yankılanır kulaklarda…

‘Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Tanrı’yı yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına topla Aleksi, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama.”

Ve yürek yakan şu yüzleşme ile kitabın anlatımını bitirelim ve sizi kitapla baş başa bırakalım.

Bir zamanlar diyordum ki Bu Türktür, bu Bulgardır, bu Yunanlıdır. Ben vatan için öyle şeyler yaptım ki patron tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim… Neden? Çünkü bunlar Bulgarmış ya da bilmem neymiş… Şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum, hay kahrolasıca herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır bu kötü adamdır. İster Bulgar olsun ister Rum isterse Türk. Hepsi bir benim için. Şimdi iyi mi kötü mü yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça buna da bakmamaya başladım. Ulan ister iyi ister kötü olsun be. Hepsine acıyorum işte…

Ve son söz!

Okunmalı bu kitap. Zorba ve yazar (patron) karşılaşmasından çok şeyler öğrenecek ve kitabı bir solukta okuyacaksınız. Yazarın felsefe ile uğraşması karakter tahlillerinde ve onları konuştururken ortaya koyduğu cümlelerde kendini çok belli ediyor. Kısaca Zorba insanın insan ile yüzleşmesi… Okumadıysanız muhakkak okuyun derim.





Exit mobile version