Site icon Mehmet Tekeci

Gaflet, Dalalet ve Hatta Hıyanet İçinde Olanlar

09 Eylül 1922 tarihinde son düşman askeri ülkeden çekip gittiğinde hiç kimsenin savaşlardan yorulmuş, bitap düşmüş, moralsiz ve motivasyonsuz bir ulusun kendi kaderini kendisinin tayin etme yetkisinin eline verileceğini düşünmemişti. Daha savaş devam ederken Türkiye Büyük Millet Meclisini kuran Atatürk hariç.

Tek adam dedikleri Atatürk’ün önce cumhuriyetin sağlam ve sağlıklı yaşayabilmesi için kurduğu muhteşem düzeneğin nasıl bozulduğunu, gafletin, dalaletin ve hatta hıyanetin nasıl sergilendiğini tüm açıklığı ile anlatmaya çalışacağım.
Cumhuriyet ve demokrasi tanımlarını önce bir gözden geçirelim. Çünkü ikisi aynı şey değil.
Cumhuriyet; Vatandaşların kendi iradeleri ile seçtikleri kişilere belirlenen sürelerle temsil yetkisi vermesi…
Demokrasi ise; Halkın kendi iradesi ile seçtiği kişilerden çoğunluğu elinde bulunduran temsil yetkisine sahip kişilerin ayrıyeten ülkeyi yönetme yetkisi alması.

Neden basitçe anlattım. Konuyu felsefi bir alana çekip konunun özünden uzaklaşmamak için.
Yukarıdaki basit tanımlardan da anlayacağınız üzere her iki sistemin de bazı handikapları var. Bunu Mustafa Kemal Atatürk çok iyi görmüş ve bunlarla ilgili tedbirler almıştır.

Cumhuriyetin birinci ayağı vatandaş, ikinci ayağı meclis, Üçüncü ayağı akiller heyeti (1961 anayasası ile Okumuşlar heyeti yani Cumhuriyet Senatosu) Dördüncü ayağı ise ordu.
Atatürk’ün gençliğe hitabesinde en can alıcı nokta şu bölümdür. “Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler.”

Güzel ülkemizin bu acı noktaya nasıl getirildiğini sizlere açıklamaya çalışacağım. Atatürk’ün ölümünden yaklaşık bir yıl sonra İkinci Dünya Savaşı başlamış ve tam altı yıl sürmüştü. Türkiye Cumhuriyeti savaşa katılmasa dahi yaşanan sıkıntılı süreç İsmet İnönü hükümetini ciddi anlamda yıpratmıştı. İsmet İnönü savaş konusunda doğru yerde durup doğru hamleler yapmış olsa da, Atatürk’ün devrimlerinin uygulanış şekillerinde ne yazık ki yanlış yapmıştı ve devrimlerin halk üzerinde daha çok olumsuz algıları tezahür etmeye başlamıştı. Bunun üzerine ülkede muhalif sesler çoğalmış ve 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti kurulmuştur. 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini kazanmış ve ülkeyi on yıl idare etmiştir. Bu dönemde devletin en önemli sacayaklarından biri olan Laiklik, çok büyük yara almış ve ülkede siyasal islamın yavaş yavaş tohumları ekilmeye başlanmıştır.

1961 yılında ordu yönetime el koymuş ve halkın iradesi ile oluşan meclisin üst kanadı olarak “Okumuşlar Meclisi” ya da diğer adı ile “Cumhuriyet Senatosu” kurulmuştu. Senato ise kendi arasında ikiye ayrılıyordu. Seçilenler ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilen Milli Birlik komitesi ve Eski Cumhurbaşkanları”
İşte akiller heyeti diyebileceğimiz ve aslında seçilmiş olan milletvekillerinin üstünde bir üst meclisin olması bugün yaşadığımız çoğunluğun egemenliğini, engellemek için oluşturulmuş en önemli kurullardan biri idi. Bu kısmı lütfen aklınızda tutun.

Şimdi bir ihanet şebekesinin nasıl bu ülkenin en kılcal damarlarına kadar sokularak cumhuriyetin bütün değerlerinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığına şahit olun. Yıl 1966. İzmir Kestanepazarı Camiine Fetullah Gülen adında bir vaiz atanır. Bu bölgede yaklaşık altı yıl kalır ve aynı zamanda bu kişiye gezici vaizlik görevi de verilir. Bu vesile ile ege bölgesini komple gezme imkanı bulur. Bu sırada Turgut Özal ile tanışır. 1971 muhtırası ile tutuklanmış olsa da daha sonra serbest bırakıldı ve 1974 yılında Bülent Ecevit’in affı ile yargılaması sona erdi.
1979 yılında “Sızıntı Dergisi”nde önce başyazıları daha sonra orta sayfa yazılarını yazmaya başladı. 1989 yılında Yeni Ümit dergisinde yazılar yazmaya başladı. Devletin resmi vaizi olmadan tam 62 hafta vaaz vermesine izin verildi. Dikkatinizi çekerim. Bu dönemde Başbakan Turgut Özal ve Cumhurbaşkanı Kenan Evrendir. Ne enteresandır ki şu anda yaşamakta olduğu ülke olan ABD’de  Foreign Policy ve İngiltere’de Prospect dergilerinin okuyucular vasıtası ile yapılan anketlerinde “Dünyanın ilk 100 entelektüeli” arasına girmiş aynı zamanda Time dergisi tarafından dünyada en etkili 100 kişi arasında gösterilmiştir.

Gerek 1971, gerek 1980, 28 Şubat muhtırası ve 2000 yılında çeşitli nedenlerle yargılanmış ya da içeri alınmış ancak ne hikmetse gizli bir el bu kişiyi her seferinde bir şekilde kurtarmıştır. Bunlardan ikisi Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit aflarıdır.
Bu kişiye neden bu kadar zaman ayırdık. 1999 yılında Amerika Birleşik Devletine yerleşen ve bir çiftlikte yaşadığı söylenen bu kişinin devletin bütün kademelerini nasıl ele geçirdiğinden bahsedeceğiz.

14 Ağustos 2001 yılında Türkiyede bir parti kuruldu. Akparti.
Aynı partinin genel başkanı seçimlere girmeden önce siyasal yasaklı olduğu gerekçesi ile listelere giremedi. 5 Kasım 2002 tarihinde Tayyip Erdoğan’ı ziyaret eden CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ““Kanaatim, bir insanın siyasi suç niteliğinde mahkum olmasının ömür boyu siyasetten mahrum edilmesine gerekçe olmamalıdır” diyerek Recep Tayyip Erdoğan’ın önünü açmış ve nefes kesen anayasa değişikliği, seçimlerin iptali, yeniden Siirt ilinde seçim yapılması ile Recep Tayyip Erdoğan başbakan seçilmiştir.

Şimdi toparlayalım.
* Sıradan bir vaizin gezici vaiz statüsü ile Ege Bölgesini gezmesi.
* Aynı vaizin tam 62 hafta resmi hiçbir hüviyeti ve yetkisi olmamasına rağmen İstanbul’un göbeğinde en merkezi camilerden birinde vaaz vermesine izin verilmesi.
* Yine aynı vaizin her soruşturma ve tutuklanmadan sonra devletin içinde yer alan gizli ya da açık bir el tarafından kurtarılması.
*  Ülke genelinde onun önderliğinde onlarca dergi ve gazetenin, yüzlerce radyo ve televizyonun kurdurulmasına izin verilmesi.
* Yine ülke genelinde bu kişinin özel okullarına ve dersanelerine gelir kapısı oluşturulmak üzere eğitim sisteminin sürekli değiştirilmesi.
* Vize almanın bile aylar sürdüğü zaman dilimlerinde dünyanın dört bir tarafına okullar açmasına ve buralara kendi cemaatinden insanların taşınması…

26 Mart 1999 tarihinde cezaevine girip 4 ay 10 gün kalan ve siyasi yasaklı olan Recep Tayyip Erdoğan ile Fetullah Gülen cemaatinin yollarının kesişmesi aslında hiç tesadüf değildi. Fetullah Gülenin yurtdışında faaliyet gösteren okulları için olimpiyatlar düzenlenmiş, devletin cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanları, milletvekilleri, belediye başkanları buralara destek olmak için sıraya girmiş ve Fetullah Gülen’i öven konuşmalar yapmıştır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ismini vermeden Fetullah Gülen’i şu sözleri ile ülkeye davet etmiştir. “Gurbet hasrettir. Hasretin bedeli çok ağırdır. Faturası çok ağırdır. Biz gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Gurbet aynı zamanda garipliktir. Zaten oradan anlamı yükleniyor. Onun için de biz garipliğe tahammül edemeyiz. Diyoruz ki bu sıla hasreti artık bitmelidir ve bitsin istiyoruz.”

Aynı Fetullah Gülen ve ekibi ve devletin içinde yapılanmasına izin verilen yandaşları devletin yapmış olduğu gerek askeri okul, gerek KPSS ve gerekse diğer sınav sorularını çalarak devletin bütün kademelerine sızmayı başarmışlar ve en sonunda 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe yaparak yönetimi ele geçirmeye çalışmışlardır. Şimdi Gençliğe Hitabenin en can alıcı noktasını ve yüz yıl önceden görülen öngörüyü yüreğim sızlayarak sizlerle paylaşıyorum.
“Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler.”

İşte iktidara sahip olanlar 2002 yılından 2016 yılına kadar Fetullah Gülen cemaatinin devletin bütün kademelerine haksız yere sızmalarına izin vermiş ve cumhuriyeti değil, devletin geleceğini dahi tehlikeye atmıştır. Bu bilinçsiz bir şekilde yapılmışsa gaflet, bilinçli bir şekilde yapılmışsa ihanettir. Ve bunun adını koyma zamanı gelmiş hatta geçmektedir.

Ve tabi ki bu dönemde Atatürk’ün kurduğu partiye mensup olanları atlayacak ve es geçecek değiliz.
Rahmetli Bülent Ecevit’in Fetullah Gülen sevgisini bilmeyen yoktu. En önemli davalardan Bülent Ecevit’in genel affı ve eşinin dillendirmesi ile “Rahşan Affı” olarak bilinen aflarda kurtulmuştur.

2002 yılında bir mahalleye muhtarı olma şansı bile olmayan Recep Tayyip Erdoğan’ın önünü anayasa değişikliğine destek vererek Deniz Baykal açmıştır. O günden bugüne cumhuriyete dair ne kadar kazanım varsa tek tek elden gitmiş ve cumhuriyet değerleri göz yumulan tarikat ve cemaatler vasıtası ile ayaklar altına alınmıştır.

– 2002 yılında iktidar olan AKP tarafından ordunun bütün gizli sırları ortaya çıkarılırken CHP bir şey yapmamıştır.
– Kozmik odaya girilerek devletin bütün sırları ortaya dökülürken CHP bir şey yapmamıştır.
– Türkiye Cumhuriyetinin ordusunun Genel Kurmay Başkanı teröristlik ile suçlanırken CHP bir şey yapmamıştır.
– Türkiye Cumhuriyetinin en güzide subayları tek tek Fetullah Terör Örgütü tarafından kurulan kumpasla içeri alınırken CHP bir şey yapmamıştır.
– Bir ülkenin en güvenli kalesi olan Adalet sistemi tek tek çökertilirken CHP bir şey yapmamıştır.
– Atatürk tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı AKP hükümetinin bir şubesi gibi çalışırken CHP hiçbir şey yapmamıştır.
– Tarikatler ve cemaatler devletin kılcal damarlarına kadar girerken ve bunları açık açık yaparken CHP hiçbir şey yapmamıştır.
– PKK terör örgütü ile masaya oturulurken CHP bir şey yapmamıştır.
– Devletin kasası alenen boşaltılırken CHP bir şey yapmamıştır.
– Devletin yönetim şekli değişirken CHP hiçbir şey yapmamıştır.
– Türkiye’ye sayısı belli olmayan ve yaşadıkları ülkede ne iş yaptıklarını bilemediğimiz yaklaşık 13 milyon insan ülkeyegirerken CHP bir şey yapmamıştır.
– Her gün Atatürk ve onun bıraktığı cumhuriyetin kazanımları tek tek yok edilirken CHP bir şey yapmamıştır.

22 Mayıs 2010 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin genel başkanlığına gelen Kemal Kılıçdaroğlu zamanında ülkenin genleri ile oynanmış gerek ekonomik, gerek ahlaki ve gerekse sosyal olarak yıllarca tamir edilemeyecek yıkımlar ortaya çıkmıştır.
13 seçim kaybetmesine rağmen koltuğunu bırakmamış, tek adamlıkla suçladığı Tayyip Erdoğan’dan daha çok tek adamlığa soyunmuştur.

Cumhuriyetin bütün kazanımları tek tek ve aleni olarak ortadan kaldırılırken, Türkiye Cumhuriyetinin yönetim şekli değiştirilirken bunlara ses çıkarmayan CHP bunları bilinçsiz bir şekilde yapmışsa gaflet ve dalalet içinde, bunları koltuklarında oturmaya devam etmek için ses çıkarmamışsa ihanet içindedirler.

Tabi ki sadece CHP değil. Tüm bunlar yaşanırken sesini çıkarmayan diğer siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, ülkenin basını, ülkenin aydınları ve tabi ki vatandaşları…

Bu yazıyı yazmaya başladığımda bu kadar zorlanacağımı zannetmemiştim. Yukarıda burayı aklınızda tutun demiştim. Şimdi konuyu oradan tekrar alalım. Sadece oy kullanmak ve sandığa gitmek demokrasi değildir. Bilinçsizce kullandığın oy ile bazen bir vatan hainine 5 yıl senin iradeni temsil etmesi için yetki veriyorsun. O halde meclisin üzerinde de onun her geçirdiği kanunu kabul etmeyecek, çoğunluğun değil, doğrunun ve adil olanın kararlarını onaylayacak bir mercii lazım.
Buna demokraside Senato deniyor. Ya da Türkiyedeki söylemle “Okumuşlar Meclisi” Yani Cumhuriyet Senatosu.

* Halk
* Halkın iradesi ile yetkilendirilen milletvekili
* Milletvekillerinin iradelerini denetleyen senato
* Ve bunlarla beraber devletin bekası ve istiklali için hazır bir ordu.

1980 ihtilali ile beraber senato kaldırıldı.
1980 ihtilali ile başa gelen Turgut Özal tarafından Fetullah Gülen’in önü açıldı.
1980 ihtilali ile beraber tarikat ve cemaatler yerden mantar biter gibi çoğalmaya başladı.
2002 yılından itibaren devletin en ince kılcal damarlarına kadar girmeleri sağlandı.
Yine 2002 yılından sonra PKK terör örgütü ile masaya oturuldu.
Din tamamen siyasallaştırıldı ve yönetim kimdeyse onun emrine girdi.
Hukuk adaletle uygulanmadı ve haklının değil, kuvvetlinin hukuku oldu.

Dedim ya! Bu yazıyı yazarken bu kadar zorlanacağımı düşünmemiştim. Ülkenin yüzyıllık tarihinde özellikle 1938 yılından sonra ya gaflette olanlar, ya dalalette olanlar ya da hıyanet içinde olanlar bu ülkeyi yönetmişler. Ülkesini düşünüp elini taşın altına koyan o kadar az insan varmış ki, geldiğimiz noktada varlığımızı borçlu olduğumuz Cumhuriyetin 100. Yılını dahi heyecanla kutlayacak duyguları dahi kalmamış. Üstelik hala iktidarı ve muhalefeti ile cumhuriyetin bütün kazanımlarını tepe tepe kullanırken . Şimdi bu perspektifle Gençliğe Hitabeyi tekrar okuyun lütfen.

Bu metin üçüncü boyutun yani dünya boyutunun metni değildir. Üçüncü boyutun algısı ve bilinci ile böyle bir metni yazmak mümkün değildir. Birileri bunun denemesini yapmıştır ancak çok acemice ve kimsenin ilgi alanına girmeyen ve ileriye dönük hiçbir öngörüsü olmayan sıradan bir metin denemesi olarak kalmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün gönül dünyasında parlayan ışığın imbik imbik kelimelere dökülmüş halidir Gençliğe Hitabe. Bugün itibari ile ortaya çıkmamış tek bir öngörüsü yoktur. Bugün itibari ile üzerine vazife yüklenilen bütün gençlerin ve kendini genç hissedenlerin bu metni gönül gözlerini açarak büyük bir ferasetle okuması ve ardından üzerine yüklenen görev ne ise acilen ve behemahal yerine getirmesi gerekmektedir. Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olanların değil, vatanını en çok sevenin işini en iyi yapanların idraki ile yeniden yepyeni enerjisi ile var edeceğimiz Nice yüzyıllara… KUTLU OLSUN.

Bu açıdan bakarak tekrar okumanız dileğiyle
İŞTE ÖNGÖRÜ, İŞTE ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

   Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

   Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Exit mobile version