Site icon Mehmet Tekeci

Covit-19 Aşısı ve Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü

Bugünler aşı kelimesini çok duymaya başladık ve ülkemizde kapatılan Refik Saydam Hıfzısıhha enstitüsünü. Aralık ayında duymaya başladığımız hatta “Yarasa eti yenir mi?” diye Çinlilerle dalga geçtiğimiz ancak Mart ayı itibari ile tüm dünyayı etkisi altına alan bir hastalıkla Covit-19 ile boğuşuyoruz. Dünyada yüzbinlerce insan öldü. Milyonlarca insan yoğun bakımlarda günlerce yaşam mücadelesi verdi.

Şu anda tüm dünya bu virüsün aşısını dört gözle bekliyor.
Zaten insan eli ile üretilmiş bir virüs olma iddiaları hala gündemde varlığını devam ettirirken, aşının bulunmasının da yine aynı kişilere ciddi bir kazanç olarak geri döneceği konuşulmakta.  Bu karmaşa içinde bende aşı konusunu gündem yapmaya karar verdim.

Ülkemizde aşı dendiğinde ilk akla gelen kurum Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsüdür. Türkiye cumhuriyeti daha kurulalı beş yıl bile olmamıştı. Ülkenin her tarafında salgın hastalıklar kol geziyordu. 27 Mayıs 1928 yılında kurulan Hıfzısıhha enstitüsü aslında aklın ve dehanın bir ürünü idi. Atatürk tarafından kurulan hıfzısıhha enstitüsü ülkemizin sağlıklı nesiller yetiştirmesinde önemli katkılar sağlamıştır.

Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsünün ortaya koyduğu başarılar.

Çok kısa bir zaman diliminde Refik Saydam Hıfzısıhha enstitüsü çok büyük başarılar ortaya koymuş ve aşağıda sıraladığımız aşıları üretmiş ve halkımızın hizmetine sunmuştur.

Kuruluşundan sadece üç yıl sonra aşı üretmeyi başaran bu kurumun ülkemize katkılarını saymakla bitmeyecek kadar çoktur.
1931: Ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretimi.

1932: Serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan serum ithali durduruldu.
1933: Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi.
1934: İstanbul Aşıhanesi’nin enstitü bünyesine nakli ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi.
1942: Tifüs aşısı ve akrep serumu üretimi.
1948: Boğmaca aşısı üretimi. İnfluenza virüsü, New-Castle virüsü ve tavuk vebası üzerine araştırmaların başlaması.
1950: İnfluenza Laboratuvarı’nın Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanınması, influenza aşısı üretimi.
1958: Frenginin modern yöntemlerle teşhisi.
1965: Kuru çiçek aşısı üretimi.
1970: Fibrinojen, albumin ve gamma globulin üretimi.
1983: Kuru BCG aşısı üretimi.
1987: Aids Araştırma ve Doğrulama Merkezi’nin açılması.
1992: Kan ürünlerinin viral inaktivasyonu.

2004 yılında önce aşı üretim merkezi kapatıldı. 2011 yılında ise bakanlar kurulu kararı ile enstitü komple kapatıldı. Covit-19 bize Refik Saydam Hıfzısıhha enstitüsünü kuranların ne kadar ileri görüşlü olduğunu göstermiştir. Bütün uzmanlar eğer hıfzısıhha Enstitüsü açık olsa idi Covit-19 aşısının şimdiye kadar bulunabileceğini ve hatta üretime geçilebileceğini söylüyorlar.

Refik Saydam Enstitüsünün aynı zamanda ilaç kontrol merkezi vardı. Bu merkez ilaç üreticilerinin korkulu rüyası idi. Aşı ve Serum Şubesi Müdürlüğü Difteri, Boğmaca, Tetanoz ve her türlü tedavi anti-serumunun üretildiği bölümdü.

2020 yılında düzenli maske dağıtmaktan aciz, covit-19 krizini vatandaştan topladığı paralar ile aşmaya çalışan devlet yöneticilerine yaşayarak şahit olduğumuzda 1928 yılında kurulup, kurulduktan 5 yıl sonra aşı üretmeyi başarabilen enstitüyü kuranların ne kadar ileri görüşlü olduğunu anlamakta zorlanmıyoruz.

Covit-19’un ortaya koyduğu acı gerçek

Dünyayı kasıp kavuran Covit 19 aslında çok acı bir gerçeği ortaya koymuştur. Kapatılan bu enstitünün hemen ve derhal açıklaması gerektiğini, en kısa zamanda modernize edilerek ülke insanının hizmetine yeniden sunulması gerektiğini göstermiştir. Bugün Refik Saydam Hıfzı Sıhha Enstitüsü açık olsaydı covit-19 aşısı konusunda ciddi yol almış olacaktık. Kendi serumunu kendi üreten ve yurtdışından serum ithalatının durmasını sağlayan bu kurumun modernize edilip daha ileriye götürülmesi gerekirken kapatılması akıllara ziyan bir durumdur.

Covit-19 aşısının bu enstitüde bulunduğunu hayal edelim. Dünyada sadece birkaç yerde  bulunan aşı üretim merkezlerinde üretildiğini düşünelim. Bizim bulduğumuz aşının bütün dünyada kullanılmaya başlandığını ve ülkemiz adına oluşacak katmadeğeri hesap edelim. Bu katmadeğer sadece para olarak değil, prestij olarak da bize müthiş kazanım olarak geri dönecekti. Yıllardır Refik Saydam’da müdürlük yapmış olan kişiler enstitünün bunu başarabilecek güçte olduğunu ifade ediyorlar. Hatta kapatılmadan önce enstitünün aşı üretim fabrikasının fizibilite çalışmalarının bittiğini ve kurulma aşamasına geldiğini söylüyorlar.

Covit 19 bize göstermiştir ki, sağlık sektörü dışa bağımlılığı kaldırmıyor. Kaybettiğimiz insanlarımız bizim insan gücümüz. Kaybettiğimiz para bizim kaynaklarımız.

Ne yazık ki bu süreç Refik saydam Hıfzısıhha enstitüsünü kapatan aynı eller tarafından iyi yönetilmemiştir. Umarım ülkemiz için çok büyük değeri olan hıfzısıhha enstitüsü en kısa zamanda açılır ve ülkemiz için yeniden sağlık üretmeye devam eder. Bu aynı zamanda bu ülkeyi kuran iradeye karşı olan bir vefa borcumuzdur.


Exit mobile version